Thursday, February 4, 2010

Bol Mardin'li ruyalar

Biraz once cok tuhaf bir ruyayla uyandim. Ben ve kimligi/adi/sani belirsiz bir kiz Mardin'e gitmeye karar veriyoruz. Ben sehri alliyor pulluyorum, iste cok guzel zupper bir yer filan. Sonra havaalanina iniyoruz ve minibus gibi bir seye biniyoruz sehre gitmek icin, ama sehir bir turlu gelmek bilmiyor. Zaten araca biner binmez bir gol cekiyor dikkatimi, masmavi sulariyla adeta denizin icinden kesilip cikarilmis bir parca gibi adeta. Bu arada minibus o kadar dolambacli yollardan gitmeye basliyor ki saskina donuyorum.

Dayanamayip soruyorum sofore: "Hocam bu gölün adi ne?" Bu sırada cok dik bir yokustan gol seviyesine inmeye basliyoruz ama sanki biraz suratlensek suya cakilacagiz, o kadar dik bir yol. Herif de gazlamis gidiyor, sanki tarlada gibi. "İğdir Gölü kardeş," diye geliyor ceveap. O ne yaa, oluyorum, bildigim kadariyla oyle bir gol filan yok Mardin'de. Neyse, gole paralel ilerlemeye basliyoruz; boyle su kanali gibi yerlere donusuyor gol, ince kopruler geciyor suyun ve kanallarin uzerinden ve ileride yeniden yuvarlaklasip genisliyor gol. Ama biz o tarafa gitmeyip sola, yokus yukari sapıyoruz. Bu kez ayni diklikte bir yokusu yukari cikmamiz gerek (Bu tur bir yokusta saplanip kalmak cocuklugumdan beri kabusum, gene araya sıkıştırmış kendini) veee elbette son birkac metrede gurleyip aksirip tiksirip kaliyor minibus. Korku dolu tepkiler verdigimi hatirliyorum. Neyse 2-3 denemeden sonra sofor basariyla yokusu cikiyor ama benim mide, bagirsaklar filan hepsi birbirine gecmis durumda.

Neyse ki sehir cok yakinda ve merkeze yakin bir kilisenin kiyisinda iniverip(aa kiz hala yanimdaymis), kiliseye giriyoruz. Kilise ince uzun bir dikdörtgen formatinda ve uzun bacak boyunca sonuna dek ilerliyoruz. Etraf simsiyah kiyafetli, bazilari sakalli rahiplerle dolu. Rahiplerin bel, yaka ve kafalarinda beyaz birer serit var. Birden cok tuhaf bir sey daha oluyor. Benim ustumde de ayni onlarinki gibi beyaz seritli bir cubbe peydahlaniyor, ama benimkisinin ana rengi siyah degil turuncu. Kilisenin sonuna ulastigimizda tum gozler uzerimde tabii. Sunak, mihrap turu bir sey de yok meydanda, kilise degil mi acaba burasi yahu? Neyse, oturuyoruz. Herifler mırın kırın edip sıkıştırmaya basliyorlar beni, nerenin rahibisiniz vs. gibi sorularla. Sol tarafta bir pano goruyorum, su derneklerde filan olur ya, ilan asarlar, iste ondan. Kiyafetler olmasa kiliseden cok kapali modern mahalle kahvesi diyecegim yani.

Heriflere pek yuz vermiyorum, uzerimdeki bu boktan cubbeden kurtulmak icin can atiyorum; birileri bizi arkada bir odaya goturuyor (aaaa kiz hala yanimda) ama uzerimi degismiyorum, onun yerine panoya donuyorum. Kara cubbeliler gitmis, kisa boylu tombik bir kiz var orada. Benim elimde de birtakim kagitlar var, panoya asicam ya da yapistiricam onlari ama ustlerinde ne yaziyor, ne amacla hazirlanmislar hicbir fikrim yok. Kiz yanima geliyor, nedense yabanci saniyor beni ve yabanci bir dilde konusmaya basliyoruz. Yoksa siz Turk musunuz, aksaninizdan anlar gibiyim diyor, hee gulüm ben turkum diyorum gulerek ve panodaki haritada Kutahya'yı buluyorum, ama aradigim yer aslinda Afyon ve haritanin disinda kaliyor. Ama el yordamiyla aha suradadir herhalde diye biraz guneye iniyorum ve elimdeki minik kagidi igneliyorum panoya. Kizin minik ve tombul elleri de nedense bana yardimci olma ihtiyaciyla pano uzerindeler simdi. Bu yakin ilgiden cok sıkılıp ayakkabilarimi savuruyorum ve sokaga cikiyorum (panonun oldugu kisimdaki kapidan)

Cikar cikmaz beni Arnavut kaldirimli, asagi egimli bir yokus karsiliyor. Ciplak adimlarimi, ayaklarim kaldirim taslarinin tam uzerlerine gelecek, aralardaki o can sıkıcı bosluklara girmeyecek sekilde atiyorum. Harika geliyor. Yokus asagi iniyorum kaygisizca...

No comments: